top of page

Tarım Modelleri ve Ekolojik Ekonomi

Özet

İnsanlık tarih boyunca birçok değişimler yaşamış, kendi değişirken doğayı da değiştirmiştir. Avcı-toplayıcı toplumdan tarıma geçince yerleşik hayatla birlikte site ve şehirler kurmuş ve medenileşmiştir. Nüfus hızla çoğalırken ve bilim teknoloji gelişirken üretim de artmış ve buna uygun ekonomi modelleri geliştirmiştir. Ancak Sanayi Devrimiyle tarım ürünleri de dahil her şey meta olarak görülmüş, doğal kaynaklar sorumsuzca kullanılmaya başlanmış, yeni kıtalardaki doğal ekosistemlere müdahale edilmiştir. Kırsaldan kentlere göçler olurken verimli tarım ve orman arazilerine betonlar dökülmeye başlanmış ve aşırı tüketime zorlanan ekonomik modeller ortaya çıkarılmıştır. Tüketiciye bol, hemen ve her mevsim büyüyen çeşitli ürünler sunulurken sadece uluslararası bazı şirketlerin kârını düşünerek endüstriyel tarım modelleri ve onların yan ürünü olacak birçok riskli kimyasal gübre, pestisit ve hormonlar üretilmiştir. Az bir zümre zengin olurken, ki onlar kurdukları endüstriyel tarım ürünleriyle değil organik gıdalarla beslenir, toprakta çok çalışan çiftçiler besin değeri düşük, hormonlu ürünleri neredeyse karın tokluğuna üretmeye başlamıştır. Ürettiğinden çok tüketen tüketiciler de her şeyi satın almaya çalışırken borçlanmakta ekonomi dişlileri arasında sıkışmaktadır. Endüstriyel tarım modellerine göre su aşırı ve yanlış kullanılmakta, insan ve çevre sağlığını riske atan kimyasallar bilinçsizce toprağa ve bitkilere akıtılmakta ve kontrolsüz karbon salınımıyla sera etkisi yaratılmaktadır. Nihayet iklim de değişmekte, insanlığa hesap sorar gibi afet boyutunda doğa sorunları yaratmaktadır. Bunlara örnek, mevsimlerin birbirine karışması, bazı yerlerde kuraklık bazı yerlerde aşırı yağmur ve asit yağışlarıyla tarımsal ürünlerin tarlada kalması verilebilir. Artık eskiye, sürdürülebilir tarım modelleriyle ve katılımcı, adil paylaşımcı döngüsel ekonomik modellere doğru geri dönülmektedir. Çünkü artık herkes insana yakışır sağlıklı ve güvenilir besin tüketmeyi, berrak arı su içmeyi, temiz doğada nefes almayı ve adil zenginleşmeyi talep etmektedir. Bu derleme makalede endüstriyel ve sürdürülebilir tarımın ekonomik ve ekolojik kazançları ve kayıpları üzerinde durulmaktadır.

İlk Çağdan Endüstriyel Tarıma

İlk insan günümüzden yaklaşık 160.000 yıl önce yeryüzünde görülmeye başlamış, dört buzul çağ atlatmıştır. Avcı-toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişin örnekleri bundan 8 ila 10.000 yıl önce Mezopotamya ve Anadolu’da görülmeye başlanmıştır. İnsanların avcı-toplayıcılıktan tarım toplumuna nasıl geçtiğine dair birçok teori olsa da bunlardan en rağbet edilenleri iklim değişimi ve sosyal baskı teorileridir (1).

Toprağın verimliliği bir uygarlığın gelişiminde belirleyici bir rol oynamaktadır. İnsanın yaşam biçimi, ekonomisi de toprağın cömertliğiyle yakından ilgilidir. Nüfusun ve tüketimin artmasıyla beraber toprağın işlenmesi artık zorunlu bir hale gelmiş, böylece uzun deneyimler sonucunda tarım insan hayatına girmiştir. Tarım, insanı yerleşik hayata evirmiştir (2). Sonunda insan, bazı hayvanları da evcilleştirip toprağı işlemeyi öğrendikten ve üretim fazlası oluşturmaya başladıktan sonra yerleşik yapılar ve sonrası ilk devlet yapılanmalarını meydana getirmiştir. M.Ö 5000 yıllarında ilk şehir devletleri olan Sümer kentleri kurulken ilk uygarlıklar inşa edilmiş, ilk kent insanları Fırat ve Dicle nehirlerinin düzensiz akışını tarıma uyarlamak için su kanalları ve setler yapmışlardır (1).

Önceleri çiftçiler hem bitkisel hem de hayvansal üretimi beraber yapmakta, bitki atıkları hayvanlar tarafından besin olarak kullanılırken hayvanların gübreleri de kolayca bitkilere verilmektedir (3). Orta Çağ’da da ekonominin toprağa dayalı olduğu görülmektedir. Bu dönemde çiftçi kadar, zanaatkâr, esnaf ve tüccar da varlığını toprağa borçludur. Çiftçi için gerekli olan aletlerin üretimi ve topraktan biten ham maddelerin işlenmesi için zanaatkâra ihtiyaç olmuş, çiftçinin merkeze getirdiği ürünün fazlasını değerlendirmek için de esnaf teşkilatı kurulmuştur. Bu ürünlerin bir bölgeden diğer bölgelere taşınıp pazarlanması da tüccar teşkilatını oluşturmuştur (1).Ancak daha sonraları hayvansal üretim meralardan koparılıp yapay yem tüketimini baz alan, hayvanları kapalı binalara sıkıştıran hayvan beslenmesi ortaya çıkmış, Fabrika tarımı olarak adlandırılan sistemlerle insanlar doyurulmaya başlanmıştır (3).

Yeni Çağ ve sonrası Sanayi Devrimiyle beraber endüstrinin gelişmesi ve teknolojik yeniliklerin çoğalmasıyla endüstriyel üretim süreci başlamıştır. Bu sistemde amaç birim alanda en çok ürünü almak ve dolayısıyla en fazla kârı elde etmektir (4).Konvansiyonel tarım da denilen endüstriyel tarım üretim sisteminde tarım ilacı olarak adlandırılan kimyasal pestisitlere ve gübrelere, genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO), makinelere, fosil yakıtlara ve aşırı sulamaya bağımlılık vardır. Üretimde çevre ve insan sağlığının dikkate alınmadığı, sadece kâr elde etmek için üretim yapılma durumu, bu modelin kapitalist ekonomik sistemin sonuçlarından biri olduğunu açıkça göstermektedir(5).Gıdaların doğal tat ve kokuları değişmekte, kullanılan yapay kimyasal maddeler canlıların genetik yapılarında kalıtsal hastalıklara bile neden olduğu yapılan araştırmalar görülmektedir. Tüm bunların sonunda doğaya saygılı, insan sağlığına duyarlı sürdürülebilir tarım modellerinin geliştirilmesinin zorunluluk olduğu anlaşılmıştır(6).Çünkü endüstriyel tarım ekinleri büyütürken kimyasal gübrelerden faydalanmakta ,istenmeyen canlıları öldürmek amacıyla pestisitleri kullanmaktadır. Ancak bu kimyasallar topraktaki diğer faydalı canlı organizmaları da öldürürken humus kaybına yol açarak toprağın enkaza dönmesine neden olmaktadır. Böylece kısır bir döngü yaratılmaktadır. Buna karşın sürdürülebilir organik tarım uygulanan topraklarda tüm organizmalar aynı anda beslenmekte, toprağın fiziksel yapısı iyileşmekte ve su tutma kapasitesi artmakta, tüm bunların sonucu daha sağlıklı, güvenilir ve zengin içerikli gıdalar elde edilmektedir (7).

Endüstriyel Tarım Ve Kapitalist Ekonomi Modeli

Kapitalist kalkınma modelinin en temel boyutlarından biri de kentleşmedir. Bu modellemeyle değişen üretim şekilleriyle birlikte kentlerin yapısı ve tanımı da değişmiş, surlarla çevrili orta çağ küçük kentlerinden, küresel dev kentlere gelinmiştir. Ekolojik krizin temel nedenlerinden en önemlileri; dev kentlerdeki hızlı nüfus artışıyla kentlerin kontrolsüz büyümesi, tarım arazilerinin ve yeşil alanların küçülmesi ve atık madde yoğunluğudur. Mevcut kısıtlı tarım alanları üzerinde sermayenin hâkimiyetini ortaya koyan bu süreç, uluslararası şirketlerin sahneye çıkmasını getirmiş ve üretimin tüm süreçleri kontrol edilir hale gelmiştir. Kapitalizmde sistem, sermayeyi biriktirme paradigması üzerinden yol aldığından dolayı doğası gereği ana parasını sürekli biriktirerek büyümek ve genişlemek istemektedir. Bu sistem, sadece yüksek kârlılığı temel aldığı için genişleme içsel dinamiklerini harekete geçirir ve sürekli bir üretim artışını ister. Büyük bir savurganlıkla gereksiz ürünlerin yaratılmasına ve toplumu devamlı bir tüketime zorlayan bu sistem, doğal kaynakların hızla yok edilmesine ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olmaktadır. Dünyada var olan ekolojik ve ekonomik kriz bu şekilde daha da artmaktadır. Bu krizlerin boyutlarının toplumları çöküşü götürüp götürmeyeceği günümüzde hala tartışma konusudur (8).

Endüstriyel Tarım ve Uluslararası Şirketler

1930’lu yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hibrit (melez) tohum mısırlarla, 1960’larda Yeşil Devrimle, 1970’lerde ulus ötesi tohum firmalarının artışıyla ve 1980’lerde GDO’lu tohumların yaygınlaşmasıyla başlayan süreç hızlanarak biyoçeşitlilik neredeyse yok edilmiştir. Hastalık ve tarım zararlısı canlılar, az sayıda çeşidin bulunduğu bir tarım sisteminde çok hızlı bir şekilde salgın hastalık yapabilmektedir. Tüm bunlardan kaçınmak içinse yüksek düzeyde kimyasal tarım ilacı kullanılmakta, bu da hastalık ve zararlılarda direnç oluşturmakta, bitkilerde ve onu tüketen insan ve hayvanlarda bağışıklık sorunu ve toksik etki yaratmaktadır. Bu döngüyü kırmak için daha yoğun bitki ve insan ilacı kullanılırken kısır bir döngü yaratılmaktadır (9). Elbette bunların hepsi uluslar ötesi küçük bir zümreyi daha da zengin etmektedir.

Oysa sürdürülebilir ekolojik tarım modelinde doğal tohum temeldir. Çiftçi ürünü üretir ve aynı zamanda bundan tohumunu da elde eder. Çiftçiyi kendi tohumundan ayırmak, endüstriyel tarımda egemenlik kurmak isteyen uluslararası şirketler için en önemli amaçlardan biridir. Çünkü tohumun üretimden ayrılarak metalaştırılması, böylece üreticilerin kendilerine bağımlı edilmesi gerekmektedir. Bunun için iki yol vardır. Birincisi bilim ve teknolojinin kullanılarak sürdürülebilirliğin temeli olan ürün-tohum-ürün sürecinin kırılması ve çiftçinin bağımlı kılınmasıdır. Bu durum 1930’larda hibrit tohumların yaygın kullanımıyla başlamıştır. İkincisiyse hukuk kullanılarak tohum çeşitleri üzerinde fikri mülkiyet hakları uygulanıp tohumların tekrar kullanılmasına ve satılmasına yasalarla engel olunmasıdır. Böylece gübre ve pestisite bağımlı ürünlerin nasıl yetiştirileceği uzaktan programlanabilir olmuş ve çiftçiler ucuza çalışan açık hava işçilerine dönüştürülmüştür (9).

Tohumun tarihsel gelişiminde kritik aşamalar ABD’de gerçekleşmiştir. 1935’lerden itibaren ABD’de hibrit mısır yayılmaya başlamış, 1965’lere gelindiğinde mısır ekilişinin %95’i hibrit mısır olmuştur. Hibrit mısır üretimi aynı zamanda yeşil devrim denilen kimyasal pestisit ve gübre, makine ve yoğun su kullanımını teşvik etmeye başlamıştır. Bu büyük ölçüde Rockefeller ve Ford Vakfı tarafından fonlanmıştır (9). Çokuluslu şirketlerin geliştirdiği GDO’lu tohumlarla tarımsal üretim yapılması, çiftçilerin kimyasal pestisit ve gübrelere bağımlı olmaları yaygınlaşmıştır.

Endüstriyel tarımda en çok kullanılan tarımsal yöntem olan mono kültür, tarımda tek bir ürünün yetiştirilmesi anlamına gelmektedir. Tarımı tek ürüne göre standartlaştıran ve piyasanın kontrolüne girmesine neden olan bu yöntemde, ekin hariç hiçbir bitki ve hayvanın yaşamasına olanak tanımayacak şekilde tarım arazileri işlenmektedir. Oysa toprağın bu şekilde sürülmesi toprak katmanlarının dengesini bozarak organik madde döngüsünü kırmakta ve yabani otların, zararlı böceklerin çoğalmasına neden olmaktadır. Bu canlıların ortadan kaldırılması için de yine kimyasal madde kullanılmasına kapı açılmaktadır. Toprağın verimliliğini artırmak içinse yeniden kimyasal gübreler kullanılmakta, bitkiler dolayısıyla çiftçiler bağımlı kılınmaktadır. Sonuçta verimi sağlamak amacıyla geliştirilen mono kültür, tarım sektörüne bağlı hastalıkların yayılmasına neden olurken aynı zamanda mücadele için zaman ve maddi kayıplar ortaya çıkarmaktadır (8). Yine birileri daha zengin olurken birileri hem ekonomik olarak hem de bedensel olarak zayıflamaktadır.

Endüstriyel Tarımda Verim ve Karlılık

Endüstriyel tarımda verimlilik açısından değerlendirildiğinde teknoloji ve kimyasallarla beraber tarımsal üretim ve verimlilik artışları görülmektedir. Modern tarım teknikleri geleneksel üretim yöntemlerine göre büyük oranda üretim artışları yaratmıştır. Ancak geçek böyle midir? Basalla, (2008) mısır üretiminin geleneksel yolla yapıldığı Meksika tarımıyla modern üretim yöntemlerinin kullandığı ABD tarımını karşılaştırmıştır. ABD tarımı yüksek bir üretim ortaya koyarken tarım ilaçları, yakıt ve makinelere önemli ölçüde enerji harcamakta ve bu girdilerden dolayı yüksek maliyetli tüketim yapmaktadır. Burada enerji ve verimlilik ilişkisini önemlidir. Oysa Meksika çiftçiliğinde çok daha düşük enerji girdisi kullanılarak neredeyse maliyetsiz girdilerle daha verimli bir üretim yapıldığı görülmektedir. ABD tarımı 1 birim enerjiyle 3 birim ürün çıkarırken, Meksika tarımı 1 birim enerjiyle 11 birim ürün ortaya çıkarmaktadır. Bu arada fosil yakıtlardan oluşan enerji girdileri aynı zamanda yoğun bir doğal kaynak sömürüsü de yaratmaktadır (10).

Petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil yakıtlar dünya enerji sektörüne egemendir. Dünya toplam petrol rezervi yaklaşık 1,7 trilyon varildir ve bunun %60’ını Venezuela, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri, Kanada, İran ve Irak’tan oluşan sayılı ülkeler karşılamaktadır. ABD ve Rusya, petrol rezervleri bakımından dünyada ilk sıralarda yer almamalarına karşın dünya petrol üretiminde büyük paya sahiptirler. Fosil yakıt kaynaklı enerji kullanımındaki artışın nedenleri arasında kentleşme, sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmeler, endüstriyel tarım ve kapitalist üretim tarzı da sayılabilir. Özellikle endüstriyel tarım fosil yakıt kullanmayı gerektirmektedir. Endüstriyel tarımda tahıl üretiminin 3 katına çıkarılması, petrol kullanımının 3 kat artırılmasına bağlıdır. Bu da petrolle yakın ilişkili olan çokuluslu şirketlerin güçlerini artırmasına neden olmaktadır. Bu şirketler pestisit, kimyasal gübre ve genetiği değiştirilmiş tohumlar gibi tarımsal girdilere de hakimdir. Şirketler bu girdilerin yanında fosil yakıt sektöründe de egemenlik kurmaya başlamış ve endüstriyel tarımın fosil yakıta bağımlı bir tarım şekli olmasına neden olmuşlardır. Fosil yakıtların sürdürülemez yani tükenir olması ve çevreye olan olumsuz etkileri, sürdürülebilir tarım ve döngüsel ekonomi modellerinde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını gündeme getirmiştir (5).

Endüstriyel tohum çeşitlerinin kendiliğinden verimli olduğunu söylemek yerine bunların kimyasal pestisit ve gübrelere olumlu karşılık verdiklerini söylemek daha doğrudur. Endüstriyel tohum ve tarım ürünleri, hastalık ve zararlılara daha dayanıksızdır. Yüksek dozda tarım kimyasalına, çok suya ve iyi toprağa ihtiyaç duyarlar. Tüm bunlar olmazsa “yüksek verim” de olmaz. Anlaşılacağı üzere bu verim için yüksek masraf da gereklidir. Diğer yandan yüksek verim, beslenme değeri ve lezzetin düşmesi pahasına elde ediliyorsa bunun ne anlamı vardır? (9). Endüstriyel tohumların daha yüksek verim sağlanacağı iddiası ileri sürülür ancak verim konusunun daha eleştirel bir tarzda ele alınması gerekmektedir. “Yüksek” tabirinden ne kastedilir? Hangi koşullarda yüksek verim alınır? Sonuçlar ne olur?

Ekolojik-Ekonomik Kriz Sonrası Sürdürülebilir Tarım

Küreselleşmenin damgasını vurduğu 20. yüzyılın son yarısında endüstriyel tarım sistemi yoğunlaşmaya başlamış ancak yenilenemez fosil enerji kullanımındaki artışla ekolojik krizle beraber ekonomik krizin etkileri de şiddetlenmiştir. Bununla beraber tarım politikasındaki yeni arayışlar dünyanın her yerinde artmıştır. Bilim insanları ve çiftçilerin birlikte önderlik ettiği alternatif tarım ve ticaret sistemleri birçok yerde başarısını ispatlarken her iki krize de çözüm getirmekte olduğu görülmektedir. Gerek yerel toplulukların gerekse bölge ve ülkelerin tarımsal üretimlerini ekoloji dostu sistemlerle yapmasının daha yararlı olduğu ortaya çıkmıştır (11). “Yeşil Devrim” adı verilen dışa ve zararlı kimyasallara bağımlı sistemin zamanla çevre ve insan sağlığına olumsuz etkileri anlaşıldıkça 1962 yılında yayınlanan “Sessiz Bahar” kitabının yarattığı etkiyle de alternatif tarım yöntemlerine tekrar ilgi artmaya başlamıştır (12).

Sürdürülebilir Tarım ve Katılımcı Adil Ekonomi

Üretim, tüketim, ticaret gibi ekonomik alanlarla kültürel, siyasal, sosyal ve çevresel alanlarda kullanılan sürdürülebilirlik terimi, kısaca şimdiki kaynakların geleceğe aktarılması anlamına gelir. Sürdürülebilirlik yeni bir terim gibi görünse de geçmişi sosyal adalet ve enternasyonalizm gibi hareketlere dayanır. Bu hareketler, 20. yüzyılın sonunda “sürdürülebilir kalkınma” adıyla bir araya getirilmiş, 1972’de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Stockholm’de düzenlenen İnsan-Çevre Konferansı ile resmi olarak dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Sürdürülebilir tarım; Hess (1991) tarafından sadece insan sağlığını ve çevreyi koruyan bir üretim sistemi değil, aynı zamanda teknolojinin dengeli kullanılması ve doğru işletme yönetimi olarak tanımlanırken Turhan (2005) tarafından uzun dönemde doğal kaynakların korunduğu ve çevreye zarar vermeyen tarımsal teknolojilerin kullanıldığı tarımsal bir yapı, Menalled ve arkadaşları tarafından (2008) gelecekte gıda, enerji ve doğal kaynak ihtiyacını karşılamakla birlikte toprak, su ve biyoçeşitliliği koruyan bir uygulama şekli olarak tanımlanmıştır (13).

Sürdürülebilir tarım; sosyal, ekonomik ve çevresel üç temel bileşeni kapsar. Sürdürülebilirlik, bu bileşenler arasındaki dengenin korunmasıyla sağlanır. Sosyal öğede; çalışanların ücretleri, üreticilerin yaşam kalitesi, işletmedeki etik konular varken, ekonomik öğede; tarım işletmesinin kârlılığı, işletme ve gıda masrafları, gelir değişkenliği, finansal riskler ve yatırım konuları vardır. Çevresel öğede ise enerji etkinliği, toprak ve su kalitesi, yaban hayatın korunması, gıda ve yem güvenliği ile işletme güvenliği bulunur (13).

Endüstriyel tarımın sadece para kazanmak için aşırı üretmeyi hedefleyen anlayışı sürdürülebilir tarımla beraber yerini kaliteli üretim anlayışına bırakmıştır. İdeal yaklaşım, fazlası değil, var olan nüfusun gıda ihtiyacını karşılayacak miktarda, kaliteli ve doğanın dengesine zarar vermeyen üretimi sürekli kılmaktır. Böylece çevreyle uyumlu tarım tekniklerini içeren Almancada “Ekolojik Tarım”, Latin kökenli dillerde “Biyolojik Tarım”, İngilizcedeyse “Organik Tarım” olarak adlandırılan tarım sistemleri ortaya çıkmıştır (6). Aslında bu sistemler yeni değildir. On binlerce yıldır Anadolu başta olmak üzere tüm kadim uygarlıklarda yapılan doğal geleneksel tarımsal üretim sistemleridir. Ancak günümüzde bu doğal üretime sertifikasyon getirilerek kurallara göre yapılması sağlanmıştır.

Mevcut endüstriyel tarıma kıyasla sürdürülebilir tarımın yararları aşağıda özetlenmiştir (6):

  • Toprak korunur ve verimliliğinin devamlılığı sağlanır

  • Toprak ve yetişen bitkiler daha sağlıklı ve kaliteli olur

  • Toprağın içerdiği karbon ve azotun korunur

  • Toprağın su tutma kapasitesiyle beraber su kıtlığına dayanım artar

  • Dış girdiler ve enerji daha az kullanılır

  • Hayvansal ürünlerde hormon veya antibiyotik kalıntısı olmaz

  • Üretici ve tüketici sağlığını tehdit eden riskler azaltılır

  • Çok daha az yer altı ve yer üstü suyu kirletilir

  • Yaban yaşamı ve faydalı mikroorganizmalarla ekosistem korunur

  • Çiftlik hayvanlarına yaşam alanı sağlanır

  • Zengin biyoçeşitlilik sağlanır

  • Daha çeşitli ve değişken kırsal peyzaj uygulanır

  • Emek yoğun işlerden kırsal kesimde iş olanakları yaratılır

  • Gıda ürünleri daha sağlıklı, kaliteli ve güvenli üretilir.

Reganold ve Wachter (2016) son kırk yıllık araştırmalarında sürdürülebilir ve endüstriyel tarımı, üretkenlik, ekonomi, çevre ve insan sağlığı, işsizlik gibi konuları da içeren sosyal refah hedefleri kapsamında karşılaştırmış ve organik ürün çıkışlı sürdürülebilir tarımın gelecek nesilleri beslemede iyi bir seçenek olabileceğini söylemiştir. İklim değişimi koşullarında, beslenmenin sağlıklı ve çevreye en az zararla sağlanması için çözüm modelleri; Organik tarım, ekolojik tarım, iyi tarım, onarıcı tarım, permakültür, biyo-dinamik tarım vb.olarak sıralanabilir (7).

Sürdürülebilir Tarım ve Ekonomi

İki tarım sistemi temelde karşılaştırıldığında ekonomik kârlılık açısından organik tarım yapan çiftliklerin daha kârlı olduğu yapılan araştırmalarda ortaya konmaktadır. Bunun nedeni organik çiftliklerin girdi maliyetlerinin daha düşük olması ve ürünlerini daha yüksek fiyata satabilmeleridir. Acsve arkadaşları(2007) yaptıkları araştırmada ekolojik-organik tarımın endüstriyel tarıma göre daha kârlı bir sistem olduğunu ancak iki yıllık geçiş sürecinin kritik olduğunu belirtmektedir. Organik ürünlerin fiyatları daha yüksektir ancak bu fark, Avusturya ve Almanya gibi organik tarımı güçlü bir şekilde destekleyen ülkelerde daha azdır. Ekonomik olarak gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında vatandaşlarının ortalama alım gücünün düşük olduğu Türkiye’de, fiyat farkı daha yüksektir ve organik ürünler çoğunlukla “lüks” olarak algılanmaktadır (7). Ancak son zamanlarda bu algı değişmektedir. Çünkü sağlığın en büyük değer olduğu anlaşılmıştır ve organik üreticiler her geçen gün artmaktadır.

Organik tarımda işgücü ihtiyacı endüstriyel tarıma göre daha fazladır çünkü zararlı ot mücadelesi genelde elle mekanik yapılır. Pimentelve arkadaşları (2005) 22 yıl boyunca organik ve endüstriyel sistemleri karşılaştıran deneyler yaparak organik sistemde işgücü girdisinin ortalamada %15 daha fazla olduğunu bildirmiştir. Morisonve arkadaşlarıysa (2005) İngiltere ve İrlanda’daki organik çiftliklerin %23’ünü incelemişler ve organik çiftliklerin daha fazla çalışana ihtiyaç duyduklarını tespit etmişlerdir. Organik tarımın bu özelliği işsizlik sorununa potansiyel bir çözüm ve kırsal kalkınma fırsatı olarak görülebilmektedir (7).

Sürdürülebilir tarımla beraber kırsal kalkınma son zamanlarda yaşanan süreçlerle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için önemli olmuştur. Çünkü dünya nüfusu hızla artmakta ancak kentlerde yaşayan insanları besleyen kırsal alanlar boşalmaktadır. Bu da devamlılığın, sürdürülebilirliğin tehlikeye girmesi demektir. Kırsal kalkınmayı devamlı kılmada önemli kriterlerden birisi mekânın sürdürülebilirliğiyken diğeri mekânda karar verici olan sermayenin devamlılığıdır. Sürdürülebilirlikte ve sorunların çözümünde bireylerin ve onların sosyo-kültürel özelliklerinin de önemi büyüktür. 1940’lı yıllarda dile getirilmeye başlanan kırsal kalkınma kavramı, kentlere göre sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda dezavantajlı olan kırsal alanların gelişmesini öncelemiştir. Sürdürülebilir kırsal kalkınmayla bu tarım şekli son derece yakın ilişkilidir. Kenya örneğinde sürdürülebilir tarımla üretilen organik ürün satışının yoksulluğu azalttığı, İngiltere ve Japonya’da yapılan çalışmalardaysa sürdürülebilir tarımın istihdamı arttırarak kırsal kalkınmaya olumlu destek olduğu tespit edilmiştir (4).

Değerlendirme

Endüstriyel tarım ekonomisi, bilim ve teknolojiyi kullanarak çoğalan insan nüfusunu doyurmak için çok çeşitli ve bol üretim yapmakta, aşırı üretim-tüketimle sorumsuz ve bilinçsiz alışverişi körüklemekte ve bu yolla bir ekonomik çark döndürmektedir. Ancakbunun sürdürülebilir ve sağlıklı olmadığı son yıllarda görülen küçük bir zümrenin adil olmayan zenginleşmesi, küresel ekonomik tıkanıklık ve çevresel ekolojik sorunlarla gün yüzüne çıkmıştır ki çark dönmemektedir. Endüstriyel tarım, genetiği değiştirilmiş tohumlarıyla, toprakta ve bitkilerde kalıntı bıraktığından tam güvenilir olmayan gıdalarıyla, suları kirletip ve aşırı harcayıp doğal kaynakları sorumsuzca tükettiğinden çevresel sorunlarıyla, tarım ürünlerini ve tüketiciyi bir meta gibi gördüğünden yaşamı anlamsızlaştırmasıyla ve en son üretici ve tüketiciyi kendine bağımlı yaparak bir anlamda sömürü sistemi kurmasıyla ekonomik ve ekolojik risklerin kaynağı olmuştur. Alternatifi insanlık var olduğundan beri yapılagelen sürdürülebilir tarım modelleri ve adil paylaşımlı, katılımcı, döngüsel ekonomik sistemlerdir.İnsan, kendini hem bir birey hem de toplumun ta kendisi olduğunu bilerek sürdürülebilir kalkınmaya uygun ve atalarımızdan temiz aldığımız doğada huzur ve refah içinde yaşamını devam ettirmek istiyorsa, bu sefer dönüşümü ekolojik olandan seçmesi gerektiği görülmektedir.

Kaynakça

  • Aydın, S. Tarım Toplumu Üzerine

  • Çakal, M. A. (2013) TRA1 Organik Tarım Stratejisi. KUDAKA Araştırma ve Planlama Birimi

  • Özkaya, T. (2010) Ekonomik ve Ekolojik Kriz Karşısında Türkiye Tarımı. Türkiye IX. Tarım Ekonomisi Kongresi

  • Okudum, R., Alaeddinoğlu, F., Şeremet, M. (2017) Literatürde Organik Tarım Terminolojisi: Organik Tarımla İlişkili Dergilerde Bir İçerik Analizi. Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi

  • Namazcı, G. (2019) Endüstriyel Tarım ve Endüstriyel Tarımsal Uygulamaların Çevreye Etkileri. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Tezi

  • Tunç, N. (2017) AB’de Kullanılan Biyolojik Gübreler ve Biyolojik Gübre Kullanım Potansiyelinin Belirlenmesi AB Uzmanlık Tezi. T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü

  • Aslan, B. ve Demir, Y. (2016) Organik Tarım Türkiye’yi Besler. Toplum ve Bilim 138/139

  • Kanbak, A. G. (2018) Endüstriyel Tarımın Ekolojik Krizine Karşı Kentsel Tarım Bir Çözüm Olabilir Mi? Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi

  • Özkaya, T. (2014) Sürdürülebilir Tarım ve Çiftçi Hakları Açısından Türkiye’de Tohumluk Sorunu. Ulusal Tarım Ekonomisi Kongresi

  • Kanbir, Ö. (2020) Endüstriyel Tarımın Krizi ve Küba Tarımı. Praksis 25 sayfa: 49-68

  • C. Ekonomi Bakanlığı ve İKMİB İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (2014) Gübre Sektörü Gelecek Araştırması Çalıştayı 2015 – 2023 Hedefler-Stratejiler Sonuç Raporu

  • Yılmaz, D. S. (2019) Organik Tarım Tartışması: Bir Literatür İncelemesi. Uluslararası Doğu Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Dergisi 2(1): 52-74

  • Aydın Eryılmaz, G. ve Kılıç, O. (2018) Türkiye’de Sürdürülebilir Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları. KSÜ Tarım ve Doğa Dergisi 21(4):624-631

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • X
  • Facebook Sosyal Simge
  • Instagram Sosyal Simge
  • LinkedIn Sosyal Simge
  • YouTube Sosyal Simge
bottom of page