
Dünya nüfusunun hızla artması, artan çevre kirliliği, ekonomik güçsüzlük ve eğitim yetersizliği beslenme sorunlarını derinleştirmekte ve güvenli gıda teminini zorlaştırmaktadır. Güvenli (sağlıklı) gıdayı, besleyici değerini kaybetmemiş, fiziksel, kimyasal ve biyolojik tehlikeler açısından temiz ve bozulmamış gıdalar olarak tanımlayabiliriz. Birçok tehlike gıda güvenliğini tehdit etmekte ve gıdaların sağlığımızı bozucu unsurlar haline gelmesine neden olabilmektedir. Çiftlikten çatala kadar geçen tüm aşamalarda gıdalar farklı kaynaklardan çeşitli zararlı unsurlarla bulaşabilmektedir. Gıda güvenliğini tehdit eden başlıca unsurlar fiziksel, kimyasal ve biyolojik tehlikelerdir.
Tüketiciler her gün onlarca farklı gıda katkı maddesi (GKM) ve gıdalara bulaşan diğer kimyasal maddelerle etkisine maruz kalmaktadır. Kimyasal tehlikeler gıda içinde saklandığı ya da bekletildiği kaptan çözünme sonucu geçen veya çevresel atıklardan bulaşan metaller (civa, kurşun, kadmiyum gibi), dioksinler, tarım ilaçları, iyi durulanmayan kaplardan geçen deterjan atıkları, gıda ambalajlarından bulaşan kimyasallar, pestisitler ve veterinerlik ilaçları kalıntıları, önerilen miktarların üzerinde kullanılabilen gıda katkı maddeleridir. Son 15 yıldır gelişmiş ülkeler başta olmak üzere dünyada gıda üretiminde katkı maddeleri, hormon ve tarım ilacı kullanımında ciddi artış olduğu bilinmektedir. Örneğin sadece İngiltere’de bir yıl içinde kullanılan GKM toplam ağırlığının iki yüz bin tonu geçtiği sanılmaktadır.
pH, bir maddenin asitlik, alkalilik-bazlık ölçütüdür. 1-14 arası skalası vardır. Tam 7 ise nötrdür. Yani ne asit ne baz. Saf su nötrdür. 1’e doğru asitlik güçlenir, 14’e doğru ise alkalilik-bazlık güçlenir.
Kanın pH değeri 7.3 ile 7.4 arasındadır. Yani çok hafif alkalidir. Eğer kanın pH değeri 7.1 in altına düşerse ya da 7.5 in üstüne çıkarsa, dengesizlik semptomları kendini gösterir ve yaşam tehlike girer. Peki, su ve besinler neye göre asidik ya da bazik olarak değerlendirilir?
Besinlerin içindeki mineraller onların asidik ya da alkali-bazik olmasını sağlar. İyot (I), klor (Cl), kükürt (S) ve fosfor (P) asidik etki gösterirken, magnezyum (Mg), potasyum (K), kalsiyum (Ca), sodyum (Na) ,demir (Fe) ve manganez (Mn) alkali etkiye sahiptir. Yeşil yapraklı sebzeler başta olmak üzere hemen hemen tüm sebzeler ve meyveler alkali besinlerdir. Protein içeren besinler, beyaz un, kahve ve çay, hazır ve katkı maddesi olan hemen hemen her şey ise asitli besinlere örnek olarak verilebilir.
Asitli atıklar deri, böbrek ve idrar yolu ile vücuttan atılır. Akciğerler ise alkali olan oksijeni alır ve asidik olan karbondioksiti vücuttan atar.
Ancak şu bir gerçek ki, asidik ürünler hayatımızda son yıllarda daha çoktur ayrıca stres faktörü de vücudu daha asidik yapar. Asit/baz dengesinin % 30 % 70 oranında olması gerekir. Bu bağlamda vücudumuza aldığımız asidik bazik besin öğeleri dengelenmelidir.
Vücuttan uzaklaştırılmaya çalışılan bu asitlerin bir bölümü organ ve eklemlerde birikerek çeşitli sağlık sorunlarına neden olurlar. ( Gut hastalığı bunlardan biridir ) Vücuttaki asit oranı arttığında hücrelerin oksijenlenmesi azaldığı için kanser oluşma riski çok daha yüksek bir düzeye gelir. Vücut asidik oldukça paratiroid hormonu yükselir ve kemiklerden kalsiyum çekilimi artar osteoporoz riski yükselir. Ayrıca iltihaplı enfeksiyon hastalıkları, alerji, kas ve eklem hastalıkları, yüksek tansiyon ve kronik yorgunluk oluşma potansiyeli de çok artar. Bazı hastalıklar da vücuttaki asit-baz dengesinin bozulmasına neden olabilir. Örneğin ishal sebebiyle vücut bazik iyonları kaybeder ve bu durum asidoza ( asitlik artışına ) neden olur. Bu yüzden ishal durumunda alkali beslenmeye daha çok dikkat etmek gereklidir.
Koruyucu sağlık anlayışıyla, bu hastalıklar oluşmadan bedenimizin asit – baz ayarı dengelenmelidir. Bunun için asidik ürünlerden uzak durmak ve alkali olanlara yönelmek iyi bir çözüm olacaktır. Çünkü denge hemen hemen her zaman asitliğe doğru kayma eğilimindedir.
-
Doğru ve derin nefes alımı, düzenli ve tempolu egzersizler oksijen alımını arttırıp kanın alkali olmasına çok büyük oranda yarar sağlar. Bu yüzden günlük ya da gün aşrı en 20 dakikalık tempolu ( terletici ) egzersizler hem asit-baz dengesi hem de kas-iskelet sisteminin güçlenmesi için gereklidir.
-
C vitamini asidiktir. O yüzden bu vitamini içeren portakal, mandalina, limon gibi ekşi meyveler asidiktir ancak limon, asidik-ekşi tat olmasına rağmen içeriğinde bulunan zengin potasyum ve magnezyum sayesinde suyun içinde ve vücutta alkali etki gösterir.
-
Benzer şekilde vücudunuzun pH değerini alkali yapmanın en basit yollarından biri de alkali su içmektir. 2 litre suya yaklaşık 1 yemek kaşığına yakın karbonat koyun ve karıştırın. Gün boyu bu suyu içmeye devam edin. Bu şekilde bir kaç hafta devam edilmelidir.
-
Sebzeler mümkünse çiğ, yoksa buğulama usulü içeriklerindeki bazik etkiyi yok etmeyecek şekilde tüketilmelidir. Özellikle de; ıspanak, brokoli, kuşkonmaz, hindiba, enginar, lahana, karnabahar, turp, pırasa, marul ,tere, semizotu, şalgam, pancar, kereviz, yeşil fasulye, taze bezelye, kabak, tatlı kabağı, zeytinyağı, keten tohumu, yeşil çay, bitki çayları, hurma, havuç, karpuz ,kavun, ananas, kivi, avokado, nar ,incir, zencefil, badem, susam, elma…
-
Vücudu asidik yapan besinlerden olabildiğince uzak durulmalı ve kontrollü tüketilmelidir. Özellikle de; kümes hayvanları, yumurta, tüm süt ürünleri, rafine edilmiş undan yapılan gıdalar, özellikle beyaz un ve beyaz şeker, sentetik tatlandırıcılar, kimyasal katkı maddeleri, ketçap, mayonez, hardal, gazlı içecekler, fazla miktarda kahve ve siyah çay, alkol, kızartmalar, cips, rafine tuz, fruktoz, mısır şurubu, margarin, jöle, ağır yağlı şarküterilerin yanı sıra sigara, tütün mamulleri, uyuşturucu da asidikliği arttırmaktadır.
-
Uykusuzluk, hareketsizlik, stres, kaygı, öfke gibi duygusal düşünsel durumlar da bedenin dengesini asitliğe doğru kaydırır. O yüzden, spor, sanat, hobi uğraşları, seyahat, stres yönetimi, dinginlik sağlayıcı meditasyon ve yoga gibi hem zihinsel hem fiziksel etkinlikler de sağlığımızı korumada çok önemli bir etkiye sahiptir.
-
Radyasyona maruz kalmak da asitliğe doğru dengenin bozulmasına neden olur. Bu yüzden aşırı güneş ve başta cep telefonu olmak üzere, elektronik eşyaları da bedenimize yakın tutmamız gerekir. Öğlen saatlerinde güneşin zararlı UV ışınlarından korunmak, cep telefonlarını kulaklıkla ve kısa süreli kullanmak, uyurken olabildiğince uzağa koymak koruyucu etki sağlar.
Su, bilinen tüm yaşam biçimleri için hayati öneme sahip, tatsız ve kokusuz bir maddedir. Canlılık için gereken tüm fiziksel, kimyasal olaylar suyun özellikleri ile gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle biyologlar suya "yaşam sıvısı" adını vermişlerdir. Vücudumuzun üçte ikisi, dünyanın beşte ikisi sudur. Bedenimizin ısı dengesi, hücre içi yaşamın devamı, besinlerin yakılması, sindirilmesi suya bağlıdır. Ek olarak, su çok iyi bir arındırıcıdır.
Su az tüketildiğinde bedenimizdeki yağ oranı yükselir, böbrekler yeterli su alamayınca karaciğerin görevi ağırlaşır ve böbreği ikame etmeye çalışır. Yağ deposunu enerjiye çevirmesi gereken karaciğer işini aksatır ve yağların eritilmesi yavaşlar. Su aynı zamanda bedenimizdeki toksinlerin temizlenmesinde de etkilidir. Soğuk içildiğinde kana daha hızlı karışır. Bir yetişkin günde yaklaşık 10 bardak su kaybeder. Bu sebeple kaybedilen suyun yerine yenisinin konulması gerekir. Her ne kadar diğer içeceklerden de su ihtiyacımızı karşıladığımızı düşünsek de kahve, çay ya da kolalı içecekler aslında idrar söktürücüdür ve bedenimizin ihtiyacı olan suyu kaybetmemize sebep olurlar.
Sadece gerektiği kadar günlük su içilmesi bile koruyucu bir yöntemdir. Su temiz ve alkali olmalıdır. Uzmanlara göre bir yetişkinin günlük su tüketimi 2-2.5 litre olmalıdır. Ancak bu yaşa, cinsiyete ve iklime göre değişir. Çok az su içen birinin birden su tüketimini arttırması da önerilmez. Çünkü beden her şeye alışabildiği gibi, susuzluğa da alışır. Ancak bu kötü alışkanlığın bedeli hızlı yaşlanma ve çeşitli hastalıklardır. Suyun da alkali / bazik olması önerilir.

Alkali Su ve SU İYONİZERİ ... Y A K I N D A
Bugün bizler gezegenimizin tarihindeki en büyük toksik ( zehirli ) yüke maruz kalmaktayız. Bunların başlıca nedenleri; tarım ilaçları ve fabrika artıkları ile kirletişmiş tarlalar ve denizler, yetersiz ve kalitesiz uyku, dengesiz ve yetersiz beslenme, yüksek teknolojik makinelerin yaydığı zararlı manyetik enerjiler, radyasyon, aşırı rekabetçi iş – eğitim alanları ve stres sayılabilir.
Günümüzün tüm ölümcül hastalıkların virus ya mikroplardan değil, aslında bedende uzun dönemde biriken aşırı toksinleşmeden kaynaklandığı gerçeği detoks felsefesinin özünü oluşturuyor. Sonuç olarak asidik toksinler dokuları kaplıyor, organ ve salgı bezlerine hasar veriyor, eklemleri korozyona maruz bırakıyor, sinir sistemini çevreliyor, bağışıklık sistemini ve diğer yaşamsal fonksiyonları çalışmaz hale getiriyor. Toksitlenen bedensel mekanizma en zayıf yerinden kendini çeşitli hastalıklarla gösteriyor.
Detoksun ( Arınma ) amacı, bedende biriken toksinleri uzaklaştırmaktır. Çağımızın toksik ( zehirli ) ortamında, doku asit atıkları, kimyasal ve ağır metal kalıntıları vücutta her zamankiden daha hızlı bir şekilde birikerek daha çok sayıda alerjiye, zihinsel ve fiziksel yetersizlik vakalarına yol açar. Sağlığı korumanın ve rahatsızlıkları azaltmanın doğal bir yolu olarak, son yıllarda arınma ( detoksifikasyon ) programları hakkında daha çok şey duymaya başladık.
* Detoks yöntemlerinden bazıları; özel alkali diyetlerle vücudu arındırma, belli sürelerde meyve - bitki rejimleri, vücudu toksinlerden arıtan ve temizlenmesine yardımcı olan bazı vitamin ve amino asitlerin bilinçli kullanılması, lavman, soğuk ve sıcak su banyoları, sauna, hamam sayılabilir.
Gündelik hayatta yediğimiz içtiğimiz pek çok şeyin asit formunda olduğu düşünülürse, yapılacak ilk iş alkalin formlu bir diet uygulamak. Asidik yiyeceklerden uzak durmak ve onların yerine alkali – bazik yiyecek – içeceklerden oluşan 3 haftalık bir diet uygulamak çok iyi bir detoks programı olacaktır.
* Tüm gün boyunca alkalize edilmiş su içmek de diğer bir etkin yöntemdir.
* Asitlenmeyle özellikle kalsiyum ve magnezyum gibi temel alkalin minerallerinin kaybıyla beraber pH dengesinin hızla bozulmasına yol açar. Örneğin, kan sürekli olarak unlular, tatlılar ve diğer katkı maddeli yiyecek - içeceklerle asit yükleniyorsa ve kalsiyum alımı yetersizse, beden ihtiyaç duyduğu kalsiyumu asit ortamını etkisizleştirmek, yani pH dengesini kurmak için otomatik olarak dişlerden ve kemiklerden çeker. Yemeklerde rafine edilmiş tuz yerine biraz zahmetli de olsa Çankırı tuzu, Himalaya tuzu gibi tuzlar kullanmak bu mineral açığımızı kapatmaya yardımcı olur.
* İç ve dış faktörlerle asitleşen kanda aynı zamanda oksijen miktarında azalma başlar. Oksijen alımının nicelik ve nitelik olarak zenginleşmesi pH dengesinin normalleşmesine ve detoksa yardımcı olan diğer bir yöntemdir. En basit yolu da göğüs kafesi yerine diyaframdan düzgün bir şekilde nefes almayı öğrenmektir.
* Aslında Detoks sadece fiziksel bir süreç değildir. Fiziksel Detoks ile birlikte rahatlama, dinlenme, duygusal boşalma ve bioenerji dengeleme gibi bütünsel yöntemler de kullanılmalıdır. Böylece beden toksinlerden arınıp yenilenirken, sinir sistemi de parasempatik moda döner, kendimizi daha hafif ve dingin hissederiz. Çünkü, zihin dinginlik moduna girmeden tam olarak temizlenmek, arınmak mümkün değildir. Bu yüzden detoksu bütünsel ve aynı zamanda koruyucu görmek gerekir.
"Doğal Beslenme & Detoks / Arınma" seminer ve eğitimleri için iletişime geçebilirsiniz.